Cuma, Ekim 26, 2012

Barselona - Gaudi ve Tapas Aşkına! - 2. Gün


Sabah 08:00 ve La Polla'nın odamızdan görünüşü
Gece ışıkları sönük olduğundan olsa gerek, sabah uyanıp perdeleri açtığımızda, gece hiç farkına bile varmadığımız , Barselona’nın ilginç binası La Polla’yı tam karşımızda görüyoruz :) 

Biraz uzakta ise La Sagrada Familia Kilisesi görünüyor. Hepsi de bizim ziyaretimizi bekliyorlar...

İlk istikametimiz Katalunya Meydanı (Plaça de Catalunya). Burası aslında Barselona’nın meşhur caddesi Las Ramblas ve Passeig de Gracia’nın kesişim noktası. 

Plaça Katalunya ve Passeig de Gracia
Önce Passeig de Gracia’da yürümeye başlıyoruz. Burası oldukça geniş, arabaların çift yönlü hareket ettiği, etrafta birçok mağaza ve restoranın bulunduğu çok güzel bir cadde. Aynı zamanda Antoni Gaudi’nin 2 şaheseri olan La Casa Battlo ve La Pedrera yapıları bu cadde üzerinde. Eğer bu muazzam, eşi benzeri olmayan evleri gezmek istiyorsanız kapıda 20 euro ödemek durumundasınız, eğer öğrenciyseniz (fakat Türkiye’de değil yurtdışında öğrenci olmanız gerekiyor) 15 euro ile kurtarmanız da mümkün :) Binalar gerçekten muhteşem ve uzun bir süre oturup bu güzellikleri seyrederek bile zaman geçirebilirsiniz.
La Casa Battlo

La Pedrera (La Casa Mila)
La Pedrera’nın altında şahane bir dükkan bulunuyor. Burada birçok ilginç hediyelik eşya bulmanız mümkün. Fakat  yeterince turistik bir mekan olduğu için fiyatlar da ona göre arttırılmış diyebiliriz :)

Bol bol fotoğraf çekip, gördüklerimize hayran kaldıktan sonra karnımızı doyurmak için listemizi kontrol ediyoruz ve soluğu El Born bölgesindeki Cal Pep Tapas Bar’da alıyoruz.

Cal Pep'in bulunduğu sokağa gitmek için önce metroyu kullanıyor sonrasında ise kısa bir yürüyüş yapıyoruz, bu sırada ara sokakları gezme şansımız oluyor.
              
Bu Tapas Barı metheden 2 arkadaşımız vardı açıkçası... Gitmeden önce okuduğumuz yorumlarda kapının önünde daimi bir sırayla karşılaşacağımızı duymuştuk ve sokağa girdiğimizde kapalı dükkanın önünde bekleyen insanları görünce yorumların doğru olduğuna şahit olduk :)
Cal Pep'in önünde sıra beklerken 12:45

Şimdi gelelim Cal Pep’e... Üstüne basa basa söylememiz gerekiyor ki uzun süredir bu kadar güzel yemeği bir arada yeme şansımız olmamıştı.  
Aslında bilmeden gitmemize rağmen, vardığımızda saat 12.45 idi ve buranın saat 13:00’te açıldığını öğrendik. Dışarıdaki sırada bekleyen bizim gibi başka birçok turist de vardı ve kapı açılana kadar bulunduğumuz sıra neredeyse 2 katına çıkarak büyüdü.

Kapılar açıldığında ise sırada bekleyenlerin bir kısmını sırayla içeri alıp bar kısmına oturttular fakat büyük bir kısım da ayakta kaldı. Burası ince uzun bir yer ancak  içeride şarap mahzeninin de bulunduğu güzel bir yemek salonu da bulunuyor. 

Cal Pep'in içinde sıra beklerken 13:20
15 dk kadar bekledikten sonra içerideki yemek salonuna alınıyoruz ve bizimle hemen ilgilenen garson deniz ürünleri mi yoksa et mi tercih ettiğimizi soruyor. Şansımızı deniz ürünlerinden yana kullanıyoruz ve bir de tavsiye üzerine mekanın kendi şarabından sipariş veriyoruz ve Barselona’daki ilk yemeğimiz için heyecanlı bekleyiş başlıyor… :)

1. Üst sol: Navajas 2. Üst sağ: Domates soslu ekmekler 3. Alt soldan 1.: Mantarlar 4. Alt soldan 2.: Beyaz Mideyeler 5. alt soldan 3.: Kalamar
Kısa bir bekleyiş sonunda tapaslarımız sırayla gelmeye başlıyor. Masaya ilk olarak kocaman mantarlar geliyor. Tadından anladığımız kadarıyla zeytinyağı ile sarımsak ve biraz da maydonoz kullanılarak tuzlu bir sosla birlikte pişirilmiş bu mantarlar (Rovellons) bugüne kadar yediğimiz en lezzetli mantarlar olarak aklımıza kazınıyor :).  Mantarlarla birlikte kızarmış enginar (Alcachofas) geliyor. Enginarlar da bir hayli lezzetli ve sonrasında  Barselona’nın birçok Tapas Bar’ında sofranın olmazsa olmazı  domates soslu ekmeklerden getiriyorlar. Devamında beyaz midyeler (Almejas) yine lezzetiyle bizi şaşırtmıyor. Midyelerin ardından garsonun bize ne olduğunu açıklamakta zorluk çektiği fakat ingilizce isminin Raiserclams (Navajas) olduğunu belirttiği ince uzun bir deniz ürünü (midye türünde) geliyor masaya. Neslin’in pek beğenmediği ama Çağatay’ın “Denizden babam çıksa yerim” diyerek neredeyse tamamını tek başına yediği ve lezzetli olduğunu iddia ettiği bu deniz ürünü aslında lezzetinden çok şekliyle ilgimizi çekiyor. Daha sonra gittiğimiz yerlerde de gördük ki Navajas Barselona’da bir hayli popüler.  Sonunda masaya tanıdık bir tapas tabağı geliyor. Kalamar :) İtiraf etmeliyiz ki Türkiye’de yanında tarator sos ile servis edilen kalamar gibisi yok ama bunlar da bir harikaydı! Tadı resmen damağımızda kaldı! :) 

Lionesa de Nata con Chocolate Cliente
Tatlıya yer var diye kendimizi zorlarken garsonun tavsiyesi üzerine “Lionesa de Nata con Chocolate Caliente” sipariş ediyoruz. Tatlı olarak ne sipariş ettiğimizi ancak masaya geldikten sonra anlayabiliyoruz  “Sıcak çikolata soslu büyük profiterol”... En az ismi kadar leziz... :) 

Beraberinde de kahvelerimizi  yudumlarken yüzümüzdeki mutluluk ifadesi çok net! :)

Cal Pep'in içindeki Şarap Köşesi
Fiyatlar menüden de anlaşıldığı gibi normalin üzerindeydi ve hesap da beklediğimiz gibi turistlerin uğrak yeri olan Cal Pep’de biraz kabarık geldi ama biz yine de Barselona’ya gelmişken bu muazzam tapasların tadına bakmanızı, hızlı ve güler yüzlü servisiyle bizi son derece memnun eden Cal Pep’e uğramanızı şiddetle tavsiye ediyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse Barselona’da yediğimiz en güzel tapasları sanırız ki burada yedik.

Cal Pep Barselona’daki birçok yer gibi Pazar günü kapalı Cumartesi günleri 13:15’te açılırken, akşam yemeği için servis yapmıyorlar. Pazartesi günleri ise öğle yemeğinde kapalı ve 19:30’da açılıyor. Haftanın diğer günlerinde ise 13:00’da açılıyor. Kapıda boşuna beklemek istemiyorsanız bu saatlere dikkat etmenizi öneririz.
Barselona Kathedrali
Yediklerimizi yakmak gerektiğinden şehirdeki turumuza devam ediyoruz ve bir sonraki istikametimiz La Sagrada Familia Kilisesi. 

Yürüyerek gittiğimiz için bu sırada Barselona Kathedrali'ni (Santa Eulalia Kathedrali) görme şansı buluyoruz. 

Neslin 2009 yılında Barselona’ya gittiğinde kapıdaki kalabalık nedeniyle La Sagrada Familia Kilisesi'nin içine girememişti. Bu sefer de aynı sorunla karşılaşmamak için içeriye girmenin en hızlı yolunu araştırdı ve  çok yakın arkadaşı Erinç'in verdiği bilgi sayesinde biletleri www.ticketmaster.com adresinden sadece 1 euro fazla ödeyerek  aldı. Bu sayede aldığımız biletin saatinde kiliseye giderek karşılaştığımız yaklaşık 1 km uzunluğundaki kuyruğa takılmadan hemen içeri girdik.


La Sagrada Familia Kilisesi
Antoni Gaudi’nin 1882 yılında inşasına başladığı fakat 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak hayata veda etmesi ile yapımı yarım kalan bu kilise halen inşaat halinde ve 2030 yılında tamamlanması planlanıyor. Gerçekten görülmeye değer güzellikte ve bu nedenle size de biletinizi internet üzerinden önceden almanızı ve burayı görmenizi tavsiye ederiz. Tek yapmanız gereken bileti aldıktan sonra birçok yerde şubesi bulunan  bir CaixaBank’a gidip satın aldığınız kredi kartı ile biletlerin çıktısını almanız. Bu sayede ziyaret saatinde kapıya gidip biletinizi okutup dilediğiniz gibi kiliseyi gezebilir, isterseniz sesli rehberden de yararlanabilirsiniz.         

Gezimizi tamamladıktan sonra kilise meydanının hemen yanındaki Starbucks’ta birer yorgunluk kahvesi içmek için mola veriyoruz.  Neslin dünyanın 4 bir yanından aldığı Starbucks kupalarına bir de İspanya yazan kupayı eklemek istiyor ancak malasef burada sadece Barselona yazılı kupalar var. Her ne kadar uluslararası bir şirket olsa da politik nedenlerden dolayı Barselona’daki Starbucks’larda  İspanya kupası göremiyoruz ve ortaya çıkan görüntü ise biraz komik :)


La Polla'nın gece görünümü :)
Ayaklarımıza kara sular indi desek yeridir. O kadar çok yürüdük ki otele gidip biraz dinlenmek istiyoruz.

Akşam yemeği için ise listeden bir yer seçiyoruz. İstikametimiz Barceloneta :)

Burası yine tavsiye üzerine geldiğimiz bir yer. Bulunduğu sokağa girdiğimizde sadece her 2 yönde sıralı park etmiş arabalar görüyoruz ve sokak bomboş. Fakat sokağın ilerisinde bir ışık görüyoruz ve yaklaştıkça artan sesi takip edip La Xampanyeria’yı buluyoruz.  Kapının önüne geldiğimizde içerideki ve hatta kapının önündeki kalabalığa şaşkın gözlerle bakakalıyoruz.


La Xampanyeria (Can Paixano) ufak bir bara sahip geniş bir yer aslında. Fakat içerideki nüfus gençler ve genellikle öğrencilerden oluşuyor. İçerisi iğne atsan yere düşmez şekilde dolu ve herkes ayakta duruyor. Doğrusu içeride zaten oturacak yer de göremedik... İnanılmaz bir gürültü ve karmaşa var fakat servis de gerçekten çok hızlı.

Genel tavsiye buradaki sandviç ve ızgaraları yememiz yönünde. Zaten gördüğümüz kadarıyla ya sandviç ya da karışık et tabağı yemekten başka şansımız yok :) Burada sıcak sandviçleri istediğiniz gibi hazırlatabiliyorsunuz. Önünüzde kocaman bir menü ve onlarca çeşit et, sos ve sebze mevcut. Dana veya domuz etinden yapılmış çeşitli sosisler ve parça etler, domates, peynir, soğan ve daha birçok garnitürü kullanarak yapılan sandviçler gerçekten parmaklarınızı da yedirtiyor.

Xorizo sosisi ve dana etinden yapılmış sandviçlere peynir ekleterek afiyetle yiyoruz. Tabi ki yanında ev yapımı Cava içiyoruz. Cava, İspanyolların gazlı şarabı, beyaz ve kırmızı olarak seçim yapabilirsiniz. Burada kendi şişeledikleri Cava’yı sunuyorlar ve gerçekten muazzam. O kadar salaş bir yer ki şarap bardakları bile plastik :) Muhteşem sandviçleri yedikten sonra ortaya karışık ufak bir et tabağı söylüyoruz. Neslin’in favorisi Morchilla sosisi de bu tabağın içinde geliyor :)
Xorizo ve peynirli sandviç ile karışık et tabağı
Buradan ev yapımı şarap ya da Cava alıp eve götürmek isterseniz saat 17:00’den önce burada olmanız gerekiyor.  Bu saatten sonra şişeyle satış yapmıyorlar. Hergün 09:00’da açılıp gece 22:30’da kapanan bu bar/restoran, pazar günleri kapalı. Bu kadar yemek yiyip, yaklaşık 10 kadeh cava içtikten sonra  sadece 17 euro ödediğimizi de belirtmeden geçemiyoruz. :) Mutlaka uğrayın! Tadı damağımızda kaldı...

Yemekten sonra yürümeye devam ediyoruz. Hedefimiz çok yakında bulunan Las Ramblas. Buradaki İtalyan Dondurmacısı Dino’yu deniyoruz. Porsiyonları bir hayli başarılı ve lezzetli.

Plaça Reial’in sokağında Schilling adında güzel bir bar keşfediyoruz. Mekan dolu ve eğlence süper! 

Sonrasında ara sokaklarda yürüyerek yeni ve farklı mekanları keşfetmeye devam ediyor ve Gothic Bölge’de Subrosa adında bir bara giriyoruz.  Çok bilinmeyen ufak ve salaş bir bar olsa da içeride Türk turistlere rastlamak bizi şaşırtıyor :) Burada kokteyller 6 euro, bir şişe San Miguel ise 2,5 euro.

Biraz zaman geçirdikten sonra sokakları takip ederek birkaç mekana daha göz atıp çıktıktan sonraki durağımız Polaroid Bar oluyor. Burası 80ler çalan ve yine gençlerle dolu güzel bir mekan. İçkiler yine benzer fiyatlarda ve uygun. İlk günümüzün sonunda burada da biraz vakit geçirip tatlı bir yorgunlukla otelimizin yolunu tutuyoruz.